12 Mart 2018

Kopenhag Rehberi - Bölüm 1

Yazı boyunca 150 kere tekrarlamak istemiyorum o yüzden en baştan söylüyorum: Kopenhag çok (çokçok) pahalı ve bizim gibi Mart başı giderseniz çok da soğuk. Tamam, bu bilgileri cepte tutuyoruz ve başlıyoruz. Bu ilk yazıda gidilecek yer önerilerim var ve şu postta Kopenhag yeme içme rehberini bulabilirsiniz.


Kışın gitmek çok mu saçma?
Gitmeden acaba aptalca bir şey mi yapıyoruz diye sık sık düşündüysem de sonuç hiç öyle olmadı. Evet soğuk ama hazırlıklı gidince pek etkilemiyor. Eminim ki daha güzel havalarda daha rahat geziliyordur ama biz de şehir karlar altındayken kartpostal gibi manzaraların içinde birkaç gün geçirdik. Bu iklimde yaşamaya alışık oldukları için soğuk yerlilerin pek umrunda değil ve çok kar yağdığı durumda bile hayat iptal olmuyor. Zaten bunu hiç anlayamadık. Dünyanın karı yağıyor ve kar durduktan 1 saat sonra sokaklarda kardan eser yok. Napıyorlar bilmiyorum, temizleme aracı da görmedik. Hava karlı ve -8 derece civarıyken dahi herkes bisikletini ulaşım aracı olarak kullanmaya ve dışardaki aktivitlerine devam ediyordu. Ben ilk kez bu kadar soğuk bir yere gideceğim ve başıma tam olarak ne geleceğini tam olarak kestiremediğim için tedbirli gittim (eskimo kılığında diyelim). İçlikler, bereler, eldivenler, atkılar, su geçirmeyen sıcak bir bot. Hepsini iyi ki götürmüşüm. Konforlu şekilde donmadan gezebilmek için lahana gibi giyinmek şart. Şekil 1-A. 


Kaç gün gidelim, ne tarafta kalalım, ulaşım vs işlerini nasıl yapalım?
Şehir tahminimden çok daha büyük çıktı ve görecek, yapacak çok şey var. 4 tam gün hakkını vererek gezmek için iyi bir süre bence. Biz Central Station yakınında, Vesterbro tarafında bir otelde kaldık. İstasyona yakınlığından dolayı havaalanından trene bindikten yarım saat sonra otele vardık. Otelin yeri oldukça merkeziydi ve soğuk havaya rağmen çoğu yere yürüyerek gidebildik. Son gün soğuk zıvanadan çıkmıştı ve biraz daha merkez dışı yerleri görmek istiyorduk. O gün metro, otobüs ve trende kullanılabilen 24 saatlik bilet aldık, aynı bileti havaalanına geri giderken de kullandık. Hava güzelse bence her yere yürüyerek gidebilirsiniz.


Vakit kaybetmeden sadede geliyorum.

Görülecek yerler:

Tivoli: Evet, tüm rehberlerde ilk görülecek yer denen Tivoli eğlence parkı biz oradayken malesef kapalıydı. Gelmişken burayı da mutlaka görelim derseniz seyahatinizi planlarken parkın açık olduğu tarihleri internetten kontrol ederek ilerlemekte fayda var. (Napalım mecbur bir kez daha gelicez artık No.1)

Nyhavn: Kopenhag fotoğraflarında hep gördüğümüz rengarenk evlerin olduğu turistik bölge. Gidin lego dünyası gibi görünen bu semtte fotoğrafınızı çekin, kanal boyu turunuzu atın,


Stroget: Kopenhag'ın büyük alışveriş caddesi. Büyük markalar da, yerli butikler de var. Kafanıza göre renkli ara sokaklara girip çıkmak burayı en güzel keşfetme yöntemi. Karşınıza çok ilginç cafeler ve tasarım dükkanları çıkabiliyor. Benim için gizli saklı bir avluda karşıma çıkan Royal Smushi Cafe bunlardan biriydi. Dekorasyona meraklıysanız geçmiş olsun. Tasarım mağazalarından alıp eve götürmek isteyeceğiniz çok şey olacak. Neyse ki fiyat etiketleri insanı hemen kendine getiriyor. Kirk (Kompagnistraede 11), Illums Bolighus, The Royal Copenhagen, Casa Shop gibi mağazaları müze gezer gibi gezmek de zevkli (Hahah tam sefalet). Giyim içinse bize hala gelmemiş &Other Stories, Urban Outfitters gibi mağazaları gezebilirsiniz. Ben Urban Outfitters'ın ev kısmını da çok beğeniyorum. Orası fiyat olarak da (elbette diğerlerine kıyasla) daha uygun. Bir de favori t-shirt mağazam Dedicated'in burada da bir şubesi var. (Bu marka Türkiye'de bazı mağazalarda var ama çeşit kısıtlı oluyor.)


Rundetaarn: Adı üzerinde (? Danca'ya hemen hakim oldum) Round Tower, Stroget civarında gözden kaçıramayacağınız bir kule. Sana bir tepeden baktım Kopenhag demek isteyenler tırmanabilir ve karşılığını alır. Yurt dışı seyahatlerinde günde 20 km yol yürüdüğüm (hımm bazen yürütüldüğüm diyelim) için, bu tip "1200 basamakla çıkılıyor" türü kule türü yapıları mümkün olduğunca es geçmeye çalışırım ama burası o kadar yüksek değil ve karşılaşılan manzara çabaya değiyor.

Botanisk Have - Kongens Have - Rosenborg Slot : Envai çeşit bitki, çiçek, ağaç vs görülebilecek botanik bahçesi. İçindeki güzel camdan sera Palm House'u ıskalamamak gerek. Gitmeden ziyaret saatlerini mutlaka kontrol edin. Kışın oldukça erken, saat 4 gibi kapanıyor. Buraya kadar gelmişken hemen bitişiğindeki Kongens Have'yi de mutlaka dolaşın (Kralın bahçesi olarak geçiyor) ve bahçe içindeki saray Rosenborg Slot'a "Hej!" demeden geçmeyin. (Danca'ya artık gayet hakimim demiş miydim? Peki ya teşekkürler nasıl deniyor? "Tak skal du have". Teşekkür etmenin Türkçe'den daha uzun bir hali varmış. Rahat bir nefes alabiliriz.)


Amalienborg: Kraliçe'nin yaşadığı yeri görmek isteyenler uğrayabilir, tarihi ile ilgilenenler ise içindeki müzeyi görebilir. Burayı ziyaret etmenin benim için ilginç tarafı, biz Kopenhag'da olduğumuz sırada kanallardaki sular donduğu için, normalde suyun öteki tarafında kalan Opera binasının buz üzerinden yürünerek erişilebilir hale gelmesiydi. Sürreal bir manzaraydı. Meydanın hemen karşısındaki Frederik's Church de oldukça görkemli (ve soğukta mola vermek için adeta ilahi bir şekilde oraya kondurulmuş.) Yan tarafında ise altın kubbeleriyle "Hava beni iyice sersemletti, yoksa Rusya'da mıyız?" dedirtebilecek Rus Ortodoks Alexander Nevsky kilisesi yer alıyor.


Kastellet: 1626'da yapılmış bu yıldız şekilli kale, günümüze kadar en iyi korunan yapılardanmış ve hala askeri bölge. Ayağınızı denk alın türünde uyarı levhaları var. Havanın güzel olduğu günlerde dolaşmak için gidilebilir, onun dışında gidilmeyebilir :) Şehrin biraz dışında kalıyor, üşenen gitmeyebilir bence.


Christiansborg: Görkemli hükümet binası. İçini gezmeye vakit ayrılmasa bile meydanda turlanabilir. Daha sonra bahsedeceğim, efsane Danimarka dizisi Borgen'de sürekli görüldüğü için benim Kopenhag'da görmek istediğim yerlerden biriydi. Gözlerim tüm gezi boyunca dizide Birgitte Nyborg'u canlandıran Sidse Babett Kundsen'i aradı ama malesef kendisini göremedim. (Peki onun yerine ne mi oldu? Buraya küçük bir anı bırkayım. Kopenhag'da dolaşırken Kantin'in sahibi Şemsa Denizsel'i gördük. Yurt dışında ünlü görmek, İstanbul'da ünlü görmekten 30 kaplan gücü daha fazla yanındakini dürtme etkisi yarattığı için dibimde yürüyen zarif eşimi "Aaa baaaak Şemsa Denizsel" diye elegansımdan hiç ödün vermeden sessizce uyardım:)  Aklı nerelerde ya da kulağı kafasındaki berenin kaçıncı yün katmanının altında bilmediğim eşim Doruk beni hiiiç duymazken, Şemsa Hanım 30 metre ilerden "Aaa gerçekten miii?" diyip gülmeye başladı. Neyse ki kendisi tatlı bir insanmış da bana kendimi ünlü görünce maymunlaşan insan gibi hissettirmedi. Birbirimize iyi gezmeler diledik. Hala anlamadım, nasıl duydu ya?)


The Black Diamond: Dışı ayrı, içi ayrı güzel kütüphane mutlaka görülecekler listenize girsin. İçinde bir modern, bir de eski kısım var, ikisi de çok hoş. Macbook burada kimlik kartı gibi bir şey. Gerçekten önünde Macbook olmadan oturan kimseyi görmedim. Her şeyin aşırı pahalı olduğu bu ülkede sanırım Macbook'ları devlet dağıtıyor. 


National Museet: Müzede binlerce yıllık mumyalardan, eski bebek evlerine kadar uzanan (ve haliyle ciddi zaman gerektiren) bir yelpaze var. Dışarıdan bakınca binanın ne kadar büyük olduğunu kestirmek mümkün değil. Gez gez bitmiyor. Zaten kaç günlüğüne geldik, tüm günü müzede mi geçireceğiz diyorsanız, öncelik sırasına göre gerçekten ilginizi çeken kısımları gezip, diğer tarafları meraklısına bırakabilirsiniz. Ben öyle yaptım. Ama bu müzeye mutlaka zaman ayırın.


Glyptoteket: Tek bir müze gezecek olsaydım burayı seçerdim. Girişindeki kış bahçesi gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Ne kadar etkilendiysem hala gün içinde ara ara aklıma geliyor. Rodin'in insanı aptala çeviren heykelleri ile Van Gogh, Monet, Degas tabloların müzede huşu içinde bekliyorlar. Ben Corot'la burada tanıştım, bu kadar zaman kendisinden habersiz olduğum için kendime kızdım. Müze girişi Salı günleri ücretsiz.


Freetown Christiania: Kopenhag'ın en ilginç yerlerinden biri açık ara Christiania. 70'lerde hippi, sanatçı, anarşist, düzene karşı kim varsa toplanmış ve şehirdeki eski bir askeri kışlayı istila etmiş. "Kardeşim biz artık burada yaşıyoruz, burayı kendi özerk bölgemiz ilan ediyoruz" demişler. Devlet önceleri pek karışmamış (tabi bu noktada bizim devrelerimiz yanıyor. Nasıl yani, ne demek karışmamış?) Olanı biteni sosyal deney gibi görmeye çalışmış ve burayı uzaktan uzaktan izleyip ortalığı fazla karıştırmamaya çalışmışlar. Christiania'nın kendi bayrağı, okulları, cafeleri, hatta kendi para birimi var. Sokaklar buram buram ot kokuyor ve adeta bizim yazlık beldelerimizde kurulan incik boncuk pazarıymışcasına stantlardan ot alabiliyorsunuz. Buradaki ince çizgi şu: Sadece Christiania sakinlerinin ot satma izni var (it kopuk, mafya vs gelip de ortalığı karıştırmasın diye) ve ağır uyuşturucuya katiyen karşılar. Şu an Christiania'da hala bine yakın kişi yaşıyor. Elbette oh ne güzel özgürlük, ben de buraya yerleşeyim diyen elini kolunu sallayarak gelip yerleşemiyor. Bekleme listeleri ve Christiania sakinleriyle mülakat aşamaları var. Christiania'nın bu bize ütopik gelen hali meciste zaman zaman tartışılıyormuş (E yani tartışın tabii. Bizim bünye bu kadar özgürlüğe alışık değil, sindirmekte zorlanıyor) ama bir çözüme ulaşmıyormuş. Halkın tepkisi nedeniyle (Christiania halkı değil yanlış olmasın, Danimarkalılar'ın tepkisi) geri adım atılıyormuş. En son devlet, "bari orada yaşıyorsunuz, üzerinde yaşadığınız toprağı satın alın" gibi bir öneriyle gitmiş ama elbette Christiania halkı özel mülkiyete karşı. Ne sandınız? Sonuç olarak bir kooperatif kurulmuş, para toplanmış ve sanki biraz da kılıf uyduracak bir şekilde burası devletten satın alınmış. Özgür Christiania 47 yıldır olduğu yerde duruyor. Ben de ağzım açık kalıyorum müsadenizle. Christiania'da fotoğraf çekmek yasak ama pek takan yoktu. Sonuçta oldukça turistik bir yere dönüşmüş olsan da, yine de ruhuna sağlık Christiania.


Torvehallerne: Yurt dışı gezilerinde hep "Neden boğazımıza bu kadar düşkün bir milletken böyle yerler yapmıyoruz" diye düşündüğüm yerler bu kapalı yeme içme pazarları oluyor. Neredeyse her büyük Avrupa şehrinde bu pazarların başarılı bir örneği var. Kopenhag'ın marketi Torvehallerne devasa olmasa da çok zengin. Çiçekten, sushiye, çeşit çeşit peynirden, Danimarka'nın geneleksel  açık sandviçine (Smorrebrod) kadar birçok seçeneği burada deneyebilir ve eve götürmek üzere satın alabilirsiniz.


Little Mermaid: Şehrin simgesi sayılan deniz kızı heykeli. Yanına gidip görünce yaşanan hayal kırıklığıyla ilgili o kadar çok şey okumuştum ki, kendisine ayıp oldu mu bilmiyorum ama biz gitmedik. 

Assistens Kirkegard: Kopenhag'da daha önce hiç görmediğim bir şey gördüm. Kopenhaglılar mezarlıklara da park muamelesi yapıyorlar. Koşan, bisiklete binen, hatta piknik yapanları görmek mümkün. Fikir olarak tuhaf gelse de girdik dolaştık, tuhaf hiçbir şey yok. Aslında bu büyük yeşil alanları hayatın içinde tutmak ne kadar iyi bir fikir.


Superkilen Park ve Norrebro civarı: Superkilen Norrebro'da renkli bir park. Rehberlerde çok güzel anlatılıyordu. Dürüst olmak gerekirse bana göre pek bir özelliği yoktu. Norrebro şehrin daha çok göçmenlerin yaşadığı, yeni hip bölgesi. Yeni popüler restoranlar, cafeler ve meraklısına ilginç duvar resimleri var. Vakit varsa uğrayıp gezebilirsiniz ama yoksa çok da zorlamanıza gerek yok bence.



Gråbrødretorv meydanı: Rehberlerde görmediğim bu meydan benim tesadüfen karşıma çıktı ve bence en güzel Kopenhag keşiflerinden biri oldu. Sanırım uzun yıllar Kopenhag'ı düşündükçe aklıma gelen ilk görüntü bu meydan olacak. Rengarenk tarihi binalarla çerçevelenmiş meydanın ortasında dev bir çınar ağacı var ve bir de karlar altındayken bana göre burası adeta bir film setiydi.



İşte böyle. Görülecek yerlerle ilgili bahsedeceklerim bu kadar. Şehrin labirent sokaklarında keşfedecek çok şey var. Yüksek medeniyet ve saygı insanı biraz sersemletiyor. Sokaklar güvenli ve insanı tedirgin eden hiçbir şey yok. Herkes harika İngilizce konuşuyor ve yardımcı olmaya istekliler. Bütün bunların üzerine bir de yeme içme konusunda almış yürümüşler. Şehrin nüfusu 600.000 ama sanki 6 milyon kişi aynı anda şehre gelse herkese yetecek kadar cafe, restoran var gibi geldi bana. Heyecan verici Kopenhag yeme içme hayatı bir sonraki yazıda..

Hiç yorum yok: